30 Mart 2012 Cuma

El olma, düşerim..!

Bana gecenin kederini bırakma! Çünkü acıdan fazlasına alıştım! Başka yollar dene, başka sular dök üstüme... Üşüme!
Birikmiş sözcükler var dimağımda, güne değmemiş hüzünler...
Bana kararmış sular getirme, çünkü sulardan fazlasına alıştım! Başka kuyular göster, başka karanlıklar çek üstüme...!
Gitme!
Havadan sudan sesler var hatıralarımda, uçurumlardan düşmüş rüyalar...
Bana çocukluğuma değen güzler getir, çünkü masaldan fazlasına alıştım ben! Başka yalnızlıklar bul, başka aşklarla vur beni..!
Sevme!
Uçurtma olmuş, gitmiş bir dala dolanmış umut, dalda gül olmuş... Bana o gülü göster, çünkü onun dikeninde izim var! Başka parmaklar bul kendine, başka sevgililerin avucunda el olsun..!
Ama sen olma!
Cana gel, bekliyorum..! Üşenme!


21 Mart 2012 Çarşamba

Denizin üzerinde...


"Bana kimliksiz olmayı dayatıyorsunuz", dedi adam. Soğuk ve ıslak bir günün ortasında, denizin üzerinde ve gözleri bağlıydı... Düşlerine inandığı hayatın peşinden giderken yoluna çıkan etten duvara toslamıştı. İtiraz da ettendi, aşk da ettendi, sevdiğini sandığı her şeyin merkezi kabul ettiği kalp de... Gelip tosladığı o etten duvarın da etten birer kalbi olması inanılmazdı, korkunçtu ve ürkütücüydü. Ama çaresiz işte, gerçek de tam olarak buydu...



Bir yalnızlığın içinden gelmişti zaten, bir yalnızlık daha olmasın diyeydi her şey. Kimsenin diğer hayatlardan şırıngayla kan çekmesine dayanamıyor, reddin idrakinden beslenerek bileniyordu. Onun ki bir düştü ve büyük, çok büyük planlarla değil, basit ve sıradan değişikliklerle, ufak ve sakin bir dirençle seviyordu her şeyi. Düşü kederindendi. Kederi, kader denen yalana yamayarak onun üzerine vardıklarında ya vicdanlarını yanlarına almamışlardı ya da vicdan zaten onların etten kalplerinde olmayan bir yalandı. 

Denizin üzerindeydiler. Gözleri bağlıydı ve sonsuz bir rüzgar anlının çatlaklarından sızıyordu aklının zembereğine. Ne o umursuyordu etten duvarı, ne de o etten duvar, onun içinde bir can taşıdığını hatırlıyordu. Her şey usul usul bir derinliğe bakıyordu, her şey bir mavinin koynunda serin, sonsuz bir huzura akıyordu. Can da oraya akıyordu, cana tutunmuş vicdan da, vicdanı kavrayan etten yalan da... Her şey bir inancın içinde, büyük ve sonsuz bir kedere akıyordu. Ardında nal gibi bir çelme takarak etten duvara... "Bana kimliksiz olmayı dayatıyorsunuz, alın sizin olsun canımız, ama kimliğimi alamazsınız!" diye yavaşça bağırıyordu. Boşluğa, boşluğa bağırıyordu! Ve boşluk kendi çukurunda boğuluyordu...

14 Mart 2012 Çarşamba

İnanmak...


İnanmak, salt ontolojik çağrışımlar içermez, aynı zamanda aklıyla hareket edebilen; bir dili, bir öz’ü, bir kültürü, bir tarihi bulunan ademoğlunun, kendini içinde huzurlu ve güvende hissettiği samimi bir fikrin arkasından gitmeyi de kasteder. Bunun için, inanmış olmak için ille ontolojik bir kutsallığa gerek bulunmaz. İnanmak, insanın zekâsıyla yönetemediği bazı üst soruların çözümü için bazen idealler, bazen fikirler, bazen de tasavvur-üstü varlıklar yaratmasıyla huzura ermesidir. O nedenle, kimi biat edip teslim olan insan, kimi isyanın değil aklın erdemlerinden beslenerek yeni sorular sorup onların peşinden gider. Halbuki soru ne olursa olsun, insan “tözsel” ve “iliniksel” özellikleriyle varolan bir varlıktır. Bununla birlikte insanın tözsel varlığı daima iliniksel varlığının üstünde durur. “Tözsel varlık”, onun doğuştan sahip olduklarına, “iliniksel varlık”sa sonradan edindiği kazanımlarına karşılık gelir. İşte insanın toplamı bu anlamların toplamıdır ve asla tözsel olanın tartışılmasına rıza göstermez/göstermemelidir.


Bu nedenle tözsel varlıkların en evzel olanı olarak dil, insan olanın en kutsal değeridir ve yaşamsallığının bütün karşılıkları oradan beslenir. Cinsiyet de böyledir, renk de, ırk da... İnaçsa bu değerlerden sonra ama aynı zamanda hepsinin toplamıyla ilişkilidir. Bu nedenle inancın rengi, dili, ırkı ya da cinsiyeti bulunmaz. Zira inancın meşruiyeti kalbin derinindedir. Hayatta meşru bir aşk ile bağlanmak için inancın derinliklerine ulaşmak gerekir. Bunun için bir kalbin büyüdüğü en verimli vahanın adına vicdan denmiştir. İşte okumakta olduğunuz bu metin o vicdanadır ve bir bedende akan onlarca nehrin suyuyla beslenmiştir. Bu arzu, bin rengin doğasıyla ışıyan, bin dilin acısıyla harlanan, bin hüznün kederiyle varolan tek bir canın, tek bir inancındır. Bu metin, bin denizin bir balığının, bin dağın bir bulutunundur. Bu metin büyük bir itirazın dilidir, imtiyaza yaslanmaz. Öyle de kalacak. 



10 Mart 2012 Cumartesi

Ebcet..!


Bazen kimin kul, kimin efendi olduğuna şaşırıyorum.
Zira iktidar hep bir muammadır bende. O, silahı olan mı, silahsız olan mıdır bilemedim pek..!

Ama bir şey biliyorum, tereddütsüz...

Öğrenmek, her zaman hakikate dair değildir.

Çünkü; İnsan, inanan biri olduğu için değil, inandığı şey için ölmeli.

Ebcet de budur!

8 Mart 2012 Perşembe

"Yine, yeniden düşünüyoruz…"



"Türkiye Yazarlar Sendikası’nın gelenekselleşen 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Bildirisi’ni bu yıl, altı aydır özgürlüğünden yoksun bir aydın yazdı." Bugün bu sütün onundur.

8 MART BİLDİRİSİ 

    Yine, yeniden düşünüyoruz…
     Doğuran kadın, emziren kadın, pişiren kadın, paylaştıran kadın, toplayan temizleyen kadın, hasta bakan, yaşlı bakan kadın, her şeyi zamanında yetiştiren kadın, onaran koruyan kadın, evdeki kayıtsız gizli emek üstüne tarlada da gizli emek veren kadın, fabrikada, okulda, iş yerinde düşük ücretle çalıştırılan kadın, biriktiren yine kadın ama

Karar veren erkek-----------------Hükümet------------:% 90 erkek
Meclis------------------------------------------------------:% 86 erkek
Yerel yönetimler------------------------------------------:% 98 erkek
Yönetici bürokrat-----------------------------------------:% 99 erkek      
Sermayeyi elde tutan-------------------------------------:% 99 erkek
Savaş çıkartan erkek, ordu erkek-----------------------:% 100 erkek

      Şiddete uğrayan kadın, taciz edilen kadın, tecavüze uğrayan kadın, öldürülen kadın… Bu saldırıların özel adları var: namus, töre, kıskançlık, aşk… Aslında hepsi aynı, hepsi güçten iktidardan uzak tutmaya çalışır kadını…
     “İtaati kıranın belini kırmak”, en azından aşağılarda bir yerde tutmak, sindirmek… Bunların hepsi de güç karşısında sindirme eylemleri. “Gözünü patlatırım”, “kafanı kırarım”, “saçını yolarım”, “bacaklarını ayırırım”, “burnunu kırarım”. Bunlar burnundan kıl aldırmayanların eylemleri.
İstenen nedir?
-Kadın, kendini göstermesin!
-İktidar mücadelesi için savaş için erkek çocuk yetiştirsin!
-Zekâsını kamu alanında kullanmasın!
-Yaratıcılığını eve, süse ve “ kadınsı” faaliyetlerin dışına taşırmasın!
-Muhalefet etmesin!
-Güce, yani erkeğe, onun yarattığı geleneğe, onun adaletine, tek başına yaptığı yasaya itaat etsin!
-Mesleğinde erkeği geçmesin!
-Yaptığı işte itibar kazanmasın, kazanacak olursa derhal itibarsızlaştırılsın!
-Ne yaparsa yapsın,  BİR ADIM GERİ DURSUN!
-Kadın erisin, tortu olsun! Erimeyenler cezasını bulsun. “Uslanmayan” cezaevine konsun!
-İktidar kavgalarının, sermayeden karin pazarlık rehineleri olsun!
       Evde işte ayrımcılığa uğrayan tüm Türkiyeli kadınlar; dilini devlet, zekâsını babası, ağabeyi, amcası yasaklamış Kürt kadınları; dünyada her alanda hâl kenara itilmeye çalışılan tüm kadınların kız kardeşleri Türkiye’ de doğup büyümüş kadınlar, bilinçlendiler.
       20- 30 yıldır her geçen gün uzmanlaşan örgütleriyle toplantılara, konferanslara, derslere sokaklara çıkıyorlar, fabrikalarda tarlalarda çalışıyorlar. Siyasette yerlerini alıyorlar.
       Biz kadınların düşmanı yok, tespiti var:
Cins baskısı, erkek iktidarları meşrulaştırmanın ilk ve en kuvvetli adımıdır. Çünkü en belirgin en yaygın fark cinsiyet farkıdır. En uzun yaşatılmış fark toplumsal cinsiyet farkıdır. 
      Başta insan hakları olmak üzere tüm hakların dışında tutulmaya çalışılan kadınlar, “İNSANOĞLU” kavramıyla yok sayılmıştır. Kadınlar, iktidar kavramının anlamını değiştirme mücadelesine çoktan başladılar. İktidar insani ortaklık olacak; diyaloga dayanan anti militarist tutum iktidar olacak; diyalog üstünlüğü ile hukukun üstünlüğü belirlenecek.
       Karar ve yetki alanlarını erkeklerle yarı yarıya paylaşacağız. Biz barışa karar verdik. Savaşın haklısını da haksızını da kabul etmiyoruz. Diyaloga, yaşatmaya, paylaşmaya inanıyoruz.
       8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Kadınlar Günü hepimize, tüm kadınlara ve bizi destekleyen herkese kutlu olsun!

 Prof Dr. Büşra  Ersanlı