Halklar kendi kararlarıyla
değil, onları silahlı gücü aracılığıyla ve her türlü ulusal ve uluslar arası
bağlayıcılıkla abluka altında tutan sistemler tarafından yönetilirler. Bu
hegemonik ve karmaşık sistemlerin adı genel olarak “Devlet”tir.
Halkların emeklerinin
sömürülmesi, Neolitik Devrim denen meşhur tarihsel kırılmaya denk gelir. Bu
dönemin insanlık tarihindeki ilk büyük kırılma olması salt, besin değeri olan
bitkilerin kültüre alınması; yani yeniden üretiminin sağlanabilmesi, yabanıl
hayvanların evcilleştirilmesi ve yerleşik yaşama geçilmesi değildir. Bu dönemin
en başat özelliklerinden biri de, insan emeğinin daha organize olabilmiş bir
başka güç tarafından belli birtakım hiyerarşik sistemler silsilesi içinde
kontrol altına alınması ve hatta sömürülmesinin başladığı dönem olmasıdır.
Bunun içindir ki sanayi devriminden önceki ilk büyük kırılmalar dönemi olarak
bilinen Neolitik Dönem, insan emeğinin sömürüsünün, yönetenler hiyerarşisinin
ve ruhban aklın egemenliğinin de başladığı dönemdir.
Taa, bu ilk kırılmalar
dönemiyle başlayıp, zaman içinde coğrafi, iktisadi ve siyasi özgünlükler
nedeniyle yaratılmış ilk kültürel sistemlerden başlayıp; kent-devletler, ilkel
krallıklar, monarşiler, imparatorluklar ve daha sonraki dönemlerde olgunlaşan
demokrasiler de olmak üzere temel paradigma asla değişmemiştir. O paradigmanın
içeriği daima egemenlik ve sömürüye ilişkindir.
Her kültürel ada kendi özgün
üstünler sınıfını, ruhbanlar kümes’ini, silahlı koluk gücünü, hiyerarşik
siyasal bürokrasisini yaratmış ve onun gücünü, bağlayıcılığını ve mutlak
egemenliğini çeşitli inter ve internasyonel kural ve anlaşmalarla
perçinlemiştir. Bu çabasının geriye kalan büyük halk kitleleri üzerindeki
gücünü baki kılmak için de, kendi değer ve çıkarlarını koruyan hukuk kurallarını
oluşturmuştur. Oluşturulmuş her hukuk kuralı egemen bir hegemonyanın idrak ve
takdirine binaen icra edilmiştir. Zira faydacı unsurlar olarak, kuralları
koyanların koydukları kuralların kendi dünyasına kast edecek yahut onu zarara uğratacak
formda tasarlaması düşünülemez. Böylesi bir yaklaşımın tasavvuru sadece,
safdillik ve siyasetbilmezlik olabilir. Öyleyse sistemlerin inşasında tarihsel ve
tarihöncesi de dahil bütün dönemler içinde gözleneceği üzere inisiyatif
egemenlere bırakılırsa ortaya çıkacak yasalar ve oluşacak sistem düzeneğinde
halk kitlelerinin haklarının korunumundan asla bahsedilemeyecektir.
Bu temel bilinci olgunlaştırmak
ve halkların kendi kaderlerine ilişkin tasarruflarını değerlendirebilmek için
tereddütsüz sistem olgunlaştırma ve inşa süreçlerine dâhil olmak gerekmektedir.
Sırf bu bilinçle bile BDP’nin parlamentoya gitmesi ve yeni anayasa yapım
sürecine aktif ve etkili bir katkı sunması beklenmektedir. Verilecek kavganın
yahut hak arayışının bu toprakların dışında bir halkı ilgilendirmeyeceği göz
önüne alınacak olursa, çabalar bu toprakların egemenliğinde söz sahibi olan
sistemin iyileştirilerek, üzerinde yaşayan halkların refahı ve bekasını güvence
altına alınmak arzusunu taşımalıdır. Bu çaba ve dahlin temsilcileri olan blok
bileşenlerinin ortak parlamenterleri, modern dünyanın demokratik siyasal
seçilme yöntemleri içinde vücut bulmuş, o halkların temsil hakkını bedenleri
üzerinde somutlaştırmıştır. Dolayısıyla bu temsil gücüyle üstlenilen
sorumluluğun, amaçlanan ve arzulanan siyaset yöntemleri içinde hak
mücadelesinin parçasına dönüştürülmesi beklenmektedir. Bunun için verilecek
kararın, parlamenter siyasal temsiliyetle daha güçlü ve daha meşru bir
muhataplık içerdiği gerçeği göz ardı edilemeyecek kadar elzemdir. Bilinmesi
gereken başlıklardan biri de kendi haklarının savunulmasından yana tavır koyan
birçok seçmenin de arzusu, meclisteki temsiliyet ve sistemin yeniden inşası
sürecinde bu toprakların bütün yoksullarının, ezilmişlerinin, ötekilerinin,
işçilerinin, inanan-inanmayan bütün emekçilerinin haklarının savunulmasıdır.
Zira bu grupların başka da çaresi, güne bakmak için yaslanacak başka da
duvarları yoktur. Onların hakkına el atmak elzemdir.
Bunun için açıklıkla belirtmek
gerekir ki, BDP parlamentoya gitmelidir, çünkü BDP, kendisine oy verenlerin,
kendini ifade etme ve mevcut egemen sisteme karşı korunabilme çabasının
temsiliyet haklarını elinde bulundurmaktadır. Bunun için meclise gitme
kararının alınmış olması kadar akli bir başka ihtimal daha makul görünmemektedir
ve blok bileşenlerinin seçtiği milletvekillerinin bu kararla kendilerine oy
veren bütün bireylerin de en arzu edilen tercihini ortaya koydukları açıklıkla
görülmektedir. Bunun için merkezde yer alan yorum ve değerlendirmelerin değil,
daha ziyade halk katmanlarının ne düşündüğü dikkatle değerlendirilmelidir.
Bütün kamuoyu araştırmaları ve muhtelif araştırmacı ve akademisyenlerin
değerlendirmeleri toplumsal genel kabulün bu yönde olduğudur.
Öyleyse şiddete ve ona içkin
olanın tercihini öncelikli görenlerin tercihlerindeki uçurumları derinliğine
anlayarak onun tuzaklarından kurtulmak ve barıştan yana bir panorama çıkarmak
elzemdir. Bunun için herkesin kendine bazı soruları sorması ve tek başına
yanıtlaması gerekir. Aksi takdirde ötekini anlamanın dayanılmaz imkânsızlığı
içinde sağduyudan ve izandan uzaklaşmak içten bile değildir. Herkesin bir
aynanın karşısına geçmesi ve kendine en masum tarafından bazı cümlelerle eleştiriler
yöneltmesi, haksızlığın ve hukuksuzluğun diline teslim olmadan kendi özterazisini
kurması gerekir.
Zira bilmek gerekir ki;
Aklına
"bela nereden gelir acep?" diye komut gönderenin barışla ne işi
olabilir ki..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, kalbini elinde taşımak değil, onu nereye koyacağını bilmektir..!
Mevzu, kalbini elinde taşımak değil, onu nereye koyacağını bilmektir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, yalnız sizin kaybettiklerinizin değil, ötekinin de kaybettiklerinin farkında olabilmek, ona saygı gösterebilmektir..!
Mevzu, yalnız sizin kaybettiklerinizin değil, ötekinin de kaybettiklerinin farkında olabilmek, ona saygı gösterebilmektir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, salt dağların zirvesinde değil, aynı zamanda kuyunun da dipsiz derinindedir..!
Mevzu, salt dağların zirvesinde değil, aynı zamanda kuyunun da dipsiz derinindedir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, şairin dizesinde değil, kahkahasında ışığı büyüten çocuğun düşündedir..!
Mevzu, şairin dizesinde değil, kahkahasında ışığı büyüten çocuğun düşündedir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, kimsenin tek koltukluk aşk diye daralttığı dünyada değil, barış herkesin elbirliğiyle hürmeti büyüttüğü evrendedir..!
Mevzu, kimsenin tek koltukluk aşk diye daralttığı dünyada değil, barış herkesin elbirliğiyle hürmeti büyüttüğü evrendedir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, gecenin karanlığında devleşen, ürküten korkuda değil, onu ince bir sızı gibi yaran ve o aydınlık düşün peşinden koşan anka’nın kanadındadır..!
Mevzu, gecenin karanlığında devleşen, ürküten korkuda değil, onu ince bir sızı gibi yaran ve o aydınlık düşün peşinden koşan anka’nın kanadındadır..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, hiç kimsenin canım dediği kavgada ölmekte değil, kavgam dediği ölümden esirgeyen öteki candadır..!
Mevzu, hiç kimsenin canım dediği kavgada ölmekte değil, kavgam dediği ölümden esirgeyen öteki candadır..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Mevzu, ayıklanmış böylesi aciz sözlerde değil, o sözleri kalbinde yara gibi büyüten ve o yaranın başka canlara çare olması için çırpınan bedenlerdedir..!
Mevzu, ayıklanmış böylesi aciz sözlerde değil, o sözleri kalbinde yara gibi büyüten ve o yaranın başka canlara çare olması için çırpınan bedenlerdedir..!
Zira
bilmek gerekir ki;
Ölü
bir aşk, aşk değildir. Barışı öldürmeden onu göstermek gerekir, ona gitmek, onu
sahiplenmek gerekir..
Zira
bilmek gerekir ki;
…