Cumhur Sarı. Nam-ı
diğer: CumCum. Öğretmen. 38 yaşında, anadan Kürt, babadan Yörük; bana göre harika
bir melez. Ona göre ne üdüğü belirsiz adam. Üstüne 15 yıllık tarih öğretmeni.
Komik! Hatta çok komik! Üstelik arkadaşım. Hatta çok sevdiğim adamların
içindeki en keyifli, en vicdanlı olanlarından... Baba. Ama ne yüce, ne güzel
bir baba! Üstelik kalbiyle problemli ve dalgası deniz inletir türden. Gürül
gürül. Bir de eş ve bir de berduş bir adam ki sormayın... Ama insan. Dibine
kadar adam, hatta gerçekten dibine kadar adam!
Bildiği her şeyi
meraktan öğrendiğini söylüyor. Merakın nemenem şeylere kadir olduğunu da... (Pis
pis sırıtıyor.) Sakalı hep uzun, hep disiplinsiz, eğri büğrü bakıyor. Göğü
seviyor mu bilmem; ama meyhaneye bayılıyor. Harika bir okur, zıpır ve cüretkâr
bir edebiyat meraklısı. Derdi güldürmek. Aslında güldürmek isteyip
istemediğinden pek de emin değil. Sadece derslerde öğrettiklerinin gerçekle
ilişkisine bakıldığında gülmemenin imkansız olduğunu düşünüyor. Her faninin
böyle bir birikimle çatlayasıya gülecek malzemeye sahip olabileceğine bir de...Ve
sonunda öğrencilerinin gazına geliyor. Hata bu gazla şimdilerde sahneden
inmiyor. Güldürüyor! Güldürüyor! Güldürüyor!
CumCum'u 96'dan beri
tanırım. Üniversiteye hazırlanıyordum ve o ziyadesiyle velet bir havayla
dolaşan, çirkin görünümlü ama acayip güzel bir adam olarak ve saçlarını
mütemadiyen taramamış bir derviş gibi dolaşıyordu gittiğim dershanenin
koridorlarında. Meğer o zamanlar hocamız olan; dershanenin de sahibi meşhur zâtın
eski bir öğrencisiymiş. "Olmaz olaymış" diyesim var ya, kıyamıyorum.
İşte tam o zamanlarda tanıdım. O gün bugün çıkmadı hayatımdan. Arkadaşım oldu.
Dostum oldu... Zaten üç yıl sonra da
aynı dershanenin en afili tarihçisi olarak ve de sıranın üstüne bağdaş kurarak,
acayip keyifle ama ortalığı çınlata çınlata ders anlatır oldu. O günden beri
dersleri tiyatro havasında. Ne dershaneciler geçti ondan ne o dershanelerden.
Aslında bilumum bu birbirine meraklı mevhumun özünde akçe-i şahane var. Yani her şeyin özünde ve ilelebet ceng-i hayat
vardır ya, öyle! Şairin dediği gibi "Ömür Hanım!... Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?.." Bir bilsen sende neler
var! misali. İşin içinde acısıyla, tatlısıyla bir hayatın ettiği var!
"Tarih,
ulusların kendi yalanlarına yasal bir kılıf bulma çabasıdır"
der adını hatırlayamadığım bir tarihçi. Fena da bir tanım değil; ama eksik. Bana
göre tarih, aynı zamanda ulusların kendi
yalanlarının yanına başka ulusların da yalanlarını koyma sanatıdır. Bunun
için her ulus diğerinin yalanına inanır ve hatta saygı duyar. Üstelik bu
yalanları uluslar adına tarihçiler söyler.
CumCum da bir tarihçi
ama yalan söylememeye; hatta gerçeği kendi gülmecesiyle ve kendine has diliyle
ama çırılçıplak anlatmaya yeminli bir tarihçi. Bu yüzden daha komik, daha
öğretici, daha içten. Yalın ve tam da olması gerektiği gibi. Kurmadan,
kurtarmadan... Herkesi gerçekliğine hayran bırakarak yapılan bir sunumla
yapıyor işini. Üstelik iyiden iyiye sarmış yaptığı iş onu. Yepyeni bir
Stand-Up'çı oluvermiş çoktan. Kadıköy Hayalperest'le
başlayan gösterileri, Gemide ile
devam etmiş. Şu sıralar her cumartesi Kadıköy Qahwah Cafe'de çıkıyor sahneye. Üstelik ağzına kadar doluyor
içerisi. Kasım ayı başından itibaren Gitar
Cafe'de sahne alacak CumCum. 31 Ekim'de ise KargArt'da özel bir sunumla sahne alacak ve sonra da her 15 günde
bir yola devam... Yani hamarat bir komik oğlan vesselam...
Cumhur'un muzip ve damıtılmış
gösterisinde nizamdan çıkıvermiş bir dil var. Evet, argo! ziyadesiyle ve dahi cesur.
Çünkü işin içinde kadın var, erkek var; kadın-erkek ilişkisi var, iktidar
kavgası var, hikaye var, mesel var, kurmaca var. Var oğlu var... Bir
"Afyon Patlaması", bir "Şamar Oğlanı" espirileri var ki,
insanın ensesine ağrılar giriyor gülmekten.
En çok kendi kavmini
tiyye alıyor. Orta Asya'dan başlıyor yolculuğuna, Varna önlerine kadar
götürüyor izleyicilerini. Çatlaysiya güldürüyor. Ata bir bindirdi mi şanlı
halkını, bir daha indirmiyor aşşağı. Bir "Pastırma" hikayesi anlatır ki,
midesi sağlam olmayan kramptan gider. Komik ne demek, gülmek ne kelime... Hele
kendi öz oğluna ilişkin hikayeleri var ki, tadından yenmez. Oğlu Ozan. Özel bir
çocuk. Bir otistik. Onun bir dahi olduğunu, ama çıplak, ama gerçek ve dümdüz
olduğunu anlamak uzun sürmüş. Önceleri kabullenememiş -sanki bir kusurmuş gibi-
ama sonraları onu ve dünyasını tanıdıkça hayranlık başlamış. Şimdi onunla
kurduğu müthiş ilişkinin keyfini sürüyor. Oğluyla iletişimini bir tiyye alıyor
ki, bir o kadar alınır hani. Siz bir de kendisinden dinleyin! :)
Kendi tanımıyla "Tek
Kişilik Naif Gösteri" dediği gösterilerinin şimdiden çok fazla ünlü konuğu
da oluşmuş. En çok da Bülent Emrah Parlak, Burcu Gönder, Gülhan Tekin gibi oyuncular,
Vecdi Çıracıoğlu, Barış Yarkadaş gibi yazarlar, şairler ve diğer alanlardan
sanatçılar ile başta öğrencileri olmak üzere bir çok izleyicisi ve hatta
seyircileri arasından çokça müptelası oluşmuş. Neredeyse her gösterisini
izlemeye gidenler var.
Bu konuda zirvede duran
çok az yetenek olduğunu, onların da çok başarılı olduğunu düşündüğünü söylese
de, bir şeyin altını ısrarla çiziyor. Ona göre O, güldürürken düşündürmüyor. O,
güldürürken öğretiyor. bu yüzden vaat yok diyor, bilgi ve lezzet var. Komedi
var. Keyif var diyor. Doğrusu bunu ziyadesiyle yaşatıyor da... Bunun için de kendine çok güveniyor. Ne
diyelim, yolu açık olsun. Büyük bir boşluğu dolduracağa benziyor. Bizden söylemesi.
İzlemeye, görmeye değer. Hele gülmeğe fazlasıyla değer.