Son günlerde dünyanın doğusu üzerinde dolaşan kara bulutları bizzat altında durarak izliyoruz ve biliyoruz o bulutların azı artık bizim de üzerimizde dolanıyor. Bir açılıp bir kapanıyor göğün ağzı. Kimi acıyla kimi kanla yağıyor evlerimize. Hırpalıyor sokağı, incitiyor bizi… Nemli duvarlar gibiyiz artık ne badana tutuyoruz ne boya; her yanımız ıslak her hayati organımızda kendi zulmümüzün gözyaşlarıyla iniliyoruz.
İnsan acıdan beslenmeye başlamışsa canavarlaşır. Biz artık kendi acılarımızdan binalar inşa ediyor kendi ahh’larımızla başkalarının yasını tutuyoruz. Unutuyoruz ne hikmetse başkalarının sanıp hayıflandığımız bütün travmaların bizatihi yurduyuz. Her gün, hangi ocağında ateş sönecek, her gün hangi dağında ölünecek, her gün hangi suyunda yıldızı sönecek diye ensemize soğuk nefesini dayamış bu toprağın üstünde uslanmaz bir korkunun esiri olmuşuz. Durmadan anahaber bültenlerine dikkat kesen tedirgin bir ruhun huzursuz, bitap birer vebali gibiyiz… Yorgunuz ve üstelik yorgunluğun son raddesinde olduğumuzu anlayanların ilgilenmediğini de biliyoruz. Ancak “kimse kendi aczini bilenlerin yurdunda durmak istemez” diyen bir halkın bütün erdemlerini tanıyan faniler olarak, bu toprağın sabrıyla sınanıyor, durmadan tenkit, tehdit ve tahkir ediliyoruz. Ne zaman duracak bu taciz bilinmez, lakin taş olsan çatlarsın diyor üzerimizde dolanan bulutların öfkesi… Şimdilik hala insanız ve kapımızda duran bütün zulme inat, bir takım zevatın bitmez tükenmez hırsına sükûtla bakıyoruz. Lakin bu bir sebat değil, bir tahammülün içindeki insanlığın özüdür. En el-hâk diyen mümbit bir vaha-i beşer yani…
Bahar kimi topraklara geç gelir, barış ha keza… Kuzey Afrika’dan başlayan büyük İslam devrimi, Arap Sokağı’ndaki bütün haşmetini çölün karnına kura kura gelip dayandı sınırımıza. Tek tek devrilirken Arap monarklar, adlarına demokrasi dedikleri yalan sistemlerinin kendileri için Cennet-ül Huda’ya dönüşen çöllerinde, birer mendil gibi tutuşup sönene kadar karnında büyük delikler açılmış birer bez gibi buhar olup uçtular/uçuyorlar. Bütün olanaklarını kendi damarlarından akan petrol kuyularına bandıra bandıra test eden bu tiranların, büyük insafsızlıklarla ve kendi şahsi menfaatleri için çizdikleri isli resme, koca bir inancın bütün fertlerini hapsettiler. Bu bitmez açlığın yarattığı yağlı, isli, petrol artığı o coğrafyada yaratılan ve dünyanın diğer bütün coğrafyalarında sürekli ötelenmiş bir vebadan yine o ötelenmiş coğrafyaların halkları bir bir silkelenip kurtuluyorlar. Sırf inanç üzerinden tanımlanan bu toplumların kanındaki esas zehrin kendi topraklarının damarlarından akan petrol olduğunu artık bütün dünya alenen görmektedir. İşte bu aleniyet nedeniyle başlayan büyük dirilişin gelip silkelediği Suriye’de her mitingin ardından başlatılan ölüm operasyonlarından kaçıp kurtulmak isteyen zavallı halk, terk edip bütün hikâyesini Hatay sınırına yığılmış. Kimi sığınmış topraklarımıza, kimi sığınmayı umut bellemiş diyor manşetlerimiz. Toplumunun tevazusunu devletin insafı diye sunmaksa iktidar sahiplerine kalmış. İflah olmaz bu hırs, böyle biline!
Zulme uğrayana el uzatmış olmak erdem değil, mecburiyettir. Bununla övünülmez, tam tersi neden dünya kendi canına kasteder diye hüngür hüngür ağlamak lazımdır. Bu minval söyleyeceklerim var. Lakin Suriyeli dostlaradır sözüm. Ama evvela bir mesel elzemdir.
Yakın bir seçim döneminde muhabir halkın nabzını tutmak için kent kent dolanıp, mikrofon uzatırken âdemoğluna, Kars’ta hayatın büyük ve derin bütün anlamlarına denk gelen bir pir’e uzatıp, sormak gafletinde bulunmuştu fikrini. “Nedir beklentiniz partilerden, memnun musunuz hayatınızdan” mealinden gelen soruya, mealen şu cevabı konduruvermişti âdemoğlu pirimiz: “Bizim çok şükür bir sıkıntımız yok. Allah devletimize milletimize zeval vermesin, keyfimiz pek bir yerinde. Lakin benim sitemim Ruslar’a. İnsan yaptım da 80 yıl evvel, terk ettim Kars’ı demez mi, düşünmez mi kanalizasyonu kapalı mı, suyu akar mı, yolları bozuldu mu diye? Yoksa ne sıkıntımız olacak, çok şükür iyiyiz evladım” deyivermişti. Kıssadan hisse Suriyeli kardeşim. Bu minval medet umduğunuz sevgili “yalnız ve güzel ülkem”in son on günlük manşetlerini de dikkatinize sunar, kararlarınıza hürmet ederek ama bir kez daha düşünmenizi de naçizane salık veririm.
Manşet 1: “Yansak da dokunacağız”
Manşet 2: “Çılgın değil Deli Proje: Kanalİstanbul”
Manşet 3: “ALES’te yanlış kitapçık skandalı: Yedek kitapçıklar da yetmedi”
Manşet 4: “KPSS’ye kısmi iptal”
Manşet 5:“YGS’de şifre sıkandalı”
Manşet 6: “Çakallara karşı Bozkurtlar”
Manşet 7: “Tekbir sesleri eşliğinde yıkım”
Manşet 8: “Ucube’ye vinçten darağacı”
Manşet 9: “Çanak Çömlek engeli kalmayacak”
Manşet10: “İzmir Büyükşehir belediyesine baskın”
Manşet 11: “KCK’ye şafak baskını”
Manşet 12: “Başbakan Esat’la gemileri yaktı”
Manşet 13: “İnternetime dokunma”
Manşet 14: “İnternete filtreli yasak”
Manşet 15: “Kötü şeyler olacak”
Manşet 16: “Siyasette Porno Kaset Skandalı”
Manşet 17, 18, 19, …vd.
Özetin özeti Suriyeli kardeşim. Hala geleceksen, başımız gözümüz üstüne ama unutma kardeşim!
Her can diken üstünde, her şarkı kederli, mevsim hala ıslak, bahar geldi Arap illerine lakin pek kan var ve buharlaşıp buluda dönen zerreciklerindeki zulüm bize yağacak diye ödümüz ağzımızda. Haberciler kaygılı kardeşim, gazeteciler içerde. TGC kayıtlarına göre 10 bin gazeteci hakkında soruşturma kaydı bulunuyormuş, var sen düşün kaç kişi, nereye kadar özgür. Muhalifler hemen unutulur burada kardeşim (bkz. S.Süreyya Önder), yoksulluk vebalı bir hastadır, adını anmak zül kardeşim. 1.7 milyon taze reşit can kurdeşen çıkardı kardeşim, yeni acılar büyümesin diye kendi ağızlarına takılmış tunç gemlerine kendileri asılan atlar gibi bu halk, çeke çeke kan revan içinde bırakmış her yanını. Hala geleceksen, gel Suriyeli kardeşim. Sığınmaya değil, bu zulmü paylaşmaya, bu yükü taşımaya gönüllü olduğun için minnet duyup, ödül vermek lazım sana.
Ne de olsa davulun sesi uzaktan hoş gelir adama. Bu davul bizim davul kardeşim. Davos’ta ve her yerde. İster çalar ister oynarız bunu böyle bir kardeşim.
İnsan acıdan beslenmeye başlamışsa canavarlaşır. Biz artık kendi acılarımızdan binalar inşa ediyor kendi ahh’larımızla başkalarının yasını tutuyoruz. Unutuyoruz ne hikmetse başkalarının sanıp hayıflandığımız bütün travmaların bizatihi yurduyuz. Her gün, hangi ocağında ateş sönecek, her gün hangi dağında ölünecek, her gün hangi suyunda yıldızı sönecek diye ensemize soğuk nefesini dayamış bu toprağın üstünde uslanmaz bir korkunun esiri olmuşuz. Durmadan anahaber bültenlerine dikkat kesen tedirgin bir ruhun huzursuz, bitap birer vebali gibiyiz… Yorgunuz ve üstelik yorgunluğun son raddesinde olduğumuzu anlayanların ilgilenmediğini de biliyoruz. Ancak “kimse kendi aczini bilenlerin yurdunda durmak istemez” diyen bir halkın bütün erdemlerini tanıyan faniler olarak, bu toprağın sabrıyla sınanıyor, durmadan tenkit, tehdit ve tahkir ediliyoruz. Ne zaman duracak bu taciz bilinmez, lakin taş olsan çatlarsın diyor üzerimizde dolanan bulutların öfkesi… Şimdilik hala insanız ve kapımızda duran bütün zulme inat, bir takım zevatın bitmez tükenmez hırsına sükûtla bakıyoruz. Lakin bu bir sebat değil, bir tahammülün içindeki insanlığın özüdür. En el-hâk diyen mümbit bir vaha-i beşer yani…
Bahar kimi topraklara geç gelir, barış ha keza… Kuzey Afrika’dan başlayan büyük İslam devrimi, Arap Sokağı’ndaki bütün haşmetini çölün karnına kura kura gelip dayandı sınırımıza. Tek tek devrilirken Arap monarklar, adlarına demokrasi dedikleri yalan sistemlerinin kendileri için Cennet-ül Huda’ya dönüşen çöllerinde, birer mendil gibi tutuşup sönene kadar karnında büyük delikler açılmış birer bez gibi buhar olup uçtular/uçuyorlar. Bütün olanaklarını kendi damarlarından akan petrol kuyularına bandıra bandıra test eden bu tiranların, büyük insafsızlıklarla ve kendi şahsi menfaatleri için çizdikleri isli resme, koca bir inancın bütün fertlerini hapsettiler. Bu bitmez açlığın yarattığı yağlı, isli, petrol artığı o coğrafyada yaratılan ve dünyanın diğer bütün coğrafyalarında sürekli ötelenmiş bir vebadan yine o ötelenmiş coğrafyaların halkları bir bir silkelenip kurtuluyorlar. Sırf inanç üzerinden tanımlanan bu toplumların kanındaki esas zehrin kendi topraklarının damarlarından akan petrol olduğunu artık bütün dünya alenen görmektedir. İşte bu aleniyet nedeniyle başlayan büyük dirilişin gelip silkelediği Suriye’de her mitingin ardından başlatılan ölüm operasyonlarından kaçıp kurtulmak isteyen zavallı halk, terk edip bütün hikâyesini Hatay sınırına yığılmış. Kimi sığınmış topraklarımıza, kimi sığınmayı umut bellemiş diyor manşetlerimiz. Toplumunun tevazusunu devletin insafı diye sunmaksa iktidar sahiplerine kalmış. İflah olmaz bu hırs, böyle biline!
Zulme uğrayana el uzatmış olmak erdem değil, mecburiyettir. Bununla övünülmez, tam tersi neden dünya kendi canına kasteder diye hüngür hüngür ağlamak lazımdır. Bu minval söyleyeceklerim var. Lakin Suriyeli dostlaradır sözüm. Ama evvela bir mesel elzemdir.
Yakın bir seçim döneminde muhabir halkın nabzını tutmak için kent kent dolanıp, mikrofon uzatırken âdemoğluna, Kars’ta hayatın büyük ve derin bütün anlamlarına denk gelen bir pir’e uzatıp, sormak gafletinde bulunmuştu fikrini. “Nedir beklentiniz partilerden, memnun musunuz hayatınızdan” mealinden gelen soruya, mealen şu cevabı konduruvermişti âdemoğlu pirimiz: “Bizim çok şükür bir sıkıntımız yok. Allah devletimize milletimize zeval vermesin, keyfimiz pek bir yerinde. Lakin benim sitemim Ruslar’a. İnsan yaptım da 80 yıl evvel, terk ettim Kars’ı demez mi, düşünmez mi kanalizasyonu kapalı mı, suyu akar mı, yolları bozuldu mu diye? Yoksa ne sıkıntımız olacak, çok şükür iyiyiz evladım” deyivermişti. Kıssadan hisse Suriyeli kardeşim. Bu minval medet umduğunuz sevgili “yalnız ve güzel ülkem”in son on günlük manşetlerini de dikkatinize sunar, kararlarınıza hürmet ederek ama bir kez daha düşünmenizi de naçizane salık veririm.
Manşet 1: “Yansak da dokunacağız”
Manşet 2: “Çılgın değil Deli Proje: Kanalİstanbul”
Manşet 3: “ALES’te yanlış kitapçık skandalı: Yedek kitapçıklar da yetmedi”
Manşet 4: “KPSS’ye kısmi iptal”
Manşet 5:“YGS’de şifre sıkandalı”
Manşet 6: “Çakallara karşı Bozkurtlar”
Manşet 7: “Tekbir sesleri eşliğinde yıkım”
Manşet 8: “Ucube’ye vinçten darağacı”
Manşet 9: “Çanak Çömlek engeli kalmayacak”
Manşet10: “İzmir Büyükşehir belediyesine baskın”
Manşet 11: “KCK’ye şafak baskını”
Manşet 12: “Başbakan Esat’la gemileri yaktı”
Manşet 13: “İnternetime dokunma”
Manşet 14: “İnternete filtreli yasak”
Manşet 15: “Kötü şeyler olacak”
Manşet 16: “Siyasette Porno Kaset Skandalı”
Manşet 17, 18, 19, …vd.
Özetin özeti Suriyeli kardeşim. Hala geleceksen, başımız gözümüz üstüne ama unutma kardeşim!
Her can diken üstünde, her şarkı kederli, mevsim hala ıslak, bahar geldi Arap illerine lakin pek kan var ve buharlaşıp buluda dönen zerreciklerindeki zulüm bize yağacak diye ödümüz ağzımızda. Haberciler kaygılı kardeşim, gazeteciler içerde. TGC kayıtlarına göre 10 bin gazeteci hakkında soruşturma kaydı bulunuyormuş, var sen düşün kaç kişi, nereye kadar özgür. Muhalifler hemen unutulur burada kardeşim (bkz. S.Süreyya Önder), yoksulluk vebalı bir hastadır, adını anmak zül kardeşim. 1.7 milyon taze reşit can kurdeşen çıkardı kardeşim, yeni acılar büyümesin diye kendi ağızlarına takılmış tunç gemlerine kendileri asılan atlar gibi bu halk, çeke çeke kan revan içinde bırakmış her yanını. Hala geleceksen, gel Suriyeli kardeşim. Sığınmaya değil, bu zulmü paylaşmaya, bu yükü taşımaya gönüllü olduğun için minnet duyup, ödül vermek lazım sana.
Ne de olsa davulun sesi uzaktan hoş gelir adama. Bu davul bizim davul kardeşim. Davos’ta ve her yerde. İster çalar ister oynarız bunu böyle bir kardeşim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder