İnsan düşündükleriyle hissettikleri arasında savaşan bir varlıktır.
Düşündükleri, olması gerekenleri, hukuku, bilimi, öğrenilmiş olan diğer bütün olumlu ya da olumsuz donanımlarını anlatırken; hissettikleri, olanı, yaşamın kendisini, aşkı, gözyaşını, ...vs anlatır.
Düşündükleri, idealize eder. Hissettikleri ise doğal ve sıradan olandan beslenir; idealize etmez, hesaplamaz. Düşündükleri matematikseldir. Analitik karakterli olur. Hissettikleri sosyal ve psikolojik karşılıklar içerir. Bu liste yüzlerce örnekle uzatılabilir.
Ancak ben, sözün bu noktasında hangi durumun beni kendi etkisine aldığını anlatmak niyetinde değilim. Burada yaptığım girizgahın nedeni seçime ilişkin tahminlerimi ortaya koymak ve nedenleriyle sürece ilişkin değerlendirmelerimin kısa bir özetini paylaşmaktır. Bunun için sözü uzatmak istemiyorum.
Yönetenlerin ve onların egemen algılarının, sistemin merkezinden başlayarak en ücra köşlerine kadar nasıl bir şehvetle iktidarlarını perçinledikleri, atamalar ve/veya görevlendirmelerle nasıl kendi kadrolarını yarattıkları bütün bir ülkenin -geçmişten beri- malumudur. Bununla birlikte bazı iktidar dönemleri vardır ki; bu tür değişikliklerin ve kadrolaşmaların şirazesi o denli kaçırılır ki sistemin neredeyse tamamında bulunan görevliler aynı tornanın matruşkaları gibi irili ufaklı birbirinin kopyasına dönüşürler. Biri diğerinin kopyası olan bu zevat, gün gelir düşüncenin bütün hacimlerinden taşar ve garip, umarsız bir dayatmanın, saldırganlığın lezzetine varmaya çalışırlar. Yani tektipleşme öyle bir yol alır ki; sözü geçen zevat, kendine benzemeyene “ucube” muamelesi yapmaya başlar. İşte buna güç zehirlenmesi denir. O nokta, tam da karamizahın başladığı kertedir. Her şey usul usul ve iktidarın gözünün içine bakarak eriyip gider. Engellenemez bir sahtekarlık, aynı riyakarlıkla kalabalıkların kalbinden gözüne sızar ve meydanlar bu riyanın yalancı ihtişamıyla sarsılır. İktidar tam bu noktada iflas eder ama durumun farkında olması genellikle geminin alabora olduğu zamana denk gelir. O da bir işe yaramaz artık. Zira yukarıda altı çizilen kadrolaşmaların bile örgütleyip, tamamen kendi etkisi altına alamadığı halkların, yeri geldiğinde kendini yönetenleri nasıl alaşağı ettiği de malumdur. Bunun için gücün (iktidarın) zehri, abartılmış özgüvenin özünü oluşturur. Özgüveni şişen, köpüren iktidarlar, giderek gücün sarhoşluğuyla başkalarına karşı zulmü sıradan refleksler olarak algılamaya ve hatta uygulamaya başlarlar.
Bu çözümlemenin geçmiş örneklerini sayıp dökmeye gerek yok, ancak yeni ve sıcak örnekleri ibret vericidir. Bu örneklerin başında “ucube” denerek yıkılan Kars’taki Kardeşlik Anıtı’nın kurulduğu yere atfedilen tabloya kurulmuş olması durumuydu ve bu nedenle hürmetsizlik içeriyordu yaklaşımıydı. Öyleyse usulsüz ve kadirbilmezceydi, -ki Erzurum anıtlar kurulu da bu yönde karar vermiş, heykelin yıkımına hükmedivermişti.
Neden sonra heykelin yıkımı bitip de “ucube” lime lime doğrandıktan sonra oraya, yani o kutsal tabloya kaşar ve bal heykeli yapılacağı anonsu geldi. Yani o tabya artık kutsal değildi. Bal ve kaşar orada şekerlenip eskiyecek iktidar da inşallah o yüce gönüllülüğü ile başını arşa değdirecekti! Diğer bir örnek: “Düşünce özgürlüğünün de bir sınırı var!” veciziydi ...ufuk karartıcı bir nazi benzerliği var. Başka bir örnek: Metin Lokumcu öğretmenin ölümüne ilişkin aymazlık, iktidar rüzvalığı, özgüven patlamasının yarattığı kamçılanmışlık... Diğer bir örnek: “Kürt sorunu bitmiştir’” hutbesi ve onlarcası bir çırpıda akıllara gelen güç zehirlenmesi örneklerine ilişkin garipliklerdi. Buna rağmen iktidarda geçen 8.5 yıllık sürede ortaya koyulan performans, iktidarın halk tarafından benimsenmesine, onaylanmasına ziyadesiyle yetmiş gibi görünüyor. Nihayet halk, söze değil işe bakar ve ilgilendiği soruların cevabının da AK Parti tarafından cevaplandığına inanıyor.
İşte bu nedenlerle düşündüklerimle hisettiklerim arasındaki savaşın bana öğrettiği erdemle tahminlerimi paylaşmak istiyorum. Hangi araştırma şirketi, hangi sonuçları verir. Hangi anket kime ne söyler bilemem. Ben kendi yalnız ve mütevazı gözlemlerimi paylaşmak isterim.
Bana göre AKP yine birinci parti olacak ama oy oranı % 45-48 aralığından daha fazla olamayacak. CHP ise : % 25-30 bandında görünüyor. Zira son araştırmalar da bu durumu destekliyor. MHP’nin durumu bana göre ziyadesiyle kritik. Zira alacağı oyların % 9-11 aralığında olacağı büyük ihtimal. Bağımsızlar yani Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayları 32-35 arasında milletvekiliyle ve çok dinamik bir grupla parlamentoya girecek gibi görünüyor.
Bu kez ilginç bir parlemento oluşacağını düşünüyorum. Özel bir haz almasam da MHP’nin barajın altında kalacağına dair önleyemediğim bir hissiyatım var. MHP’baraja takılırsa; CHP'den ziyade BDP’nin ana muhalafet partisi olması söz konusu olur ki işte o zaman ak tavuk , kara tavuk nasıl olur hep birlikte göreceğiz.
Kim ne düşünür bilmem ama iş böyle olursa memleketin hali en çok meşhur dış güçlerin hoşuna gidermiş gibi geliyor bana. -Bu da bu işin koplo teorisi kısmı olsun. Tuzu biberi yani...-
Sorunlara gelince; çözülür mü, kilitlenir mi bilemem. Burada bilgim ve hissiyatım kendi aralarındaki savaşa son verip, ülke meselelerinin bir iplik kukası gibi sökülüp birbirine gireceği fısıldıyorlar. Bu karışıklığın kimi yerinde düğümler oluşacak, o düğümleri çözmek içinse zaman zaman ipi kesmek zorunda kalınacakmış gibi geliyor. Umudum ipin sökülmeden önce yeni bir kukaya nasıl sarılacağına önceden karar verilmiş olmasıdır.
Oyuma gelince: Benim oyum bağımsız ve özgür olacak. Zira ben özgürlüğü açlıktan ayıramayanların yanında duramam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder