Uzun
zaman oldu okuyorum sizi.
Elbette
sizinle beraber okumak istediğim bir çoklarını daha...
Okumak
zorunda olduklarımı; ülkeyi, dünyayı, ekonomiyi, kültürü, sosyal bilimleri
anlamak için okuyorum birilerini; okuyoruz...
Hep
okuyor zaten insan...
Bugün
de okudum yazdıklarınızı. Keşke dedim Offf! diyince içi sökülmeseydi
insanlarımızın. Offf! diyince içi sökülürmüş Ararat'ın da. Tıpkı Hrant gibiymiş
oğlunun sarsılan bedeni de.
Öyle
yazmışsınız.
İçim
söküldü ve okudum. İçim söküldü ve okudum!
Hep
okuyor zaten insan...
Daha
çok anlamak için; anladığını, Dostoyevski'nin ifadesiyle;
"Anlamak
hastalıktır" dedirtecek kadar farkında olmak için...
Sonra
ne mi oluyor?
Soru
da bu zaten...
İnsan,
insanlaşana kadar okuyor, okudukça insanlaşıyor ya da hiç...
Hrant
Dink için kanaya kanaya, sarsıla sarsıla parçalanana kadar okuyor.
İnsan
en fazla Hrant Dink olana kadar okuyor...
Ezberi
bozana kadar...
"Şimdi bu yazıya -Chavéz olana kadar ve Chavéz için- ifadelerini de eklemeyi borç biliyorum."
Sonrası...
Sonrası
dramatik. Sonrası tanımlar ve kavramlarla anlatılamayacak bir şey.
Üç
bakır bilyeye verilmiş ak bir güvercin.
Tedirgin,
kaygıları sevdasına kara bulutlar gibi çöreklenmiş anlatılmaz bir zulüm.
Hani
diyor ya usta,
"Hava
kurşun gibi ağır,
Bağır,
bağır; bağırıyorum"
Bağırıyordu
Hrant Dink, anlamıyordu kimse.
Anlamak
neyse!..
Şimdi
ikiyüzbincan bağırıyoruz. (Bir o kadar da üniformalı ve üniformasız ekle) Hep
beraber. Sessizce.
Dilimizle
kalbimizi buluşturmakta sonsuz zorluklar çekerek.
Ermenice
bağırıyoruz. Kürtçe bağırıyoruz. Türkçe...
Türkçe
yürüdüğümüz sokaklarda, Türkçe sevdiğimiz şarkılarla,
Türk'çe
İntikam alanlarla yan yana.
İçim
acıyor Ece,
Uzun
zaman okuduklarımla, uzun uzun hayatı omuzlamaya çalışarak...
Hrant
Dink'le, Orhan Pamuk'la, Sabahattin Âli'yle, Yaşar Kemal'le, Can Dündar'la,
Musa Anter'le, Hasan Cemal'le, Yıldırım'la, Celal'le, İsmail'le, Sen'le...
İnsan
acıyor bir yerinden. Adını koyamadığı şeyler alarak kalbinin bir tarafına,
sokakla ve sokakla birlikte yürüyor bir yerlere...
Mezarlığa
mesela, kiliseye, camiye, ya da ne bileyim işte...
Sevdikleri
her neredeyse işte...
Offf!
derken kalbi büyüyen Hrant'ın anısına, insanın ve insanın anısına...
Kalbi
acıyor insanın.
Kalbim
acıyor Ece.
İnsan
okuduklarından aldıklarını yazmak için mi yazar? Yazmak için mi okur
bilemiyorum.
Bildiğim
bunu başaranlara, içinde insan büyütenlere,
"Ölüm
Orucu"na, "Tecrit"e, "Düşünce Suçu"na, Irkçılığa, Emperyalizme, Eşitsizliğe, Faşizme, karşı çıkanlara; özgürlükle ilgili olan her şeye ve
herkese çok şey borçluyum. Özgürlükle ilgili olan...
Yukarıda da söyledim. Elbette
size de sizin gibi ufkuma katkı sunarak yazanlara da çok şey borçluyum. Tam da bunu söylüyorum.
Ağzına
acılarının bütün azaplarını alarak kalbiyle yazanlara çok şey borçluyum...
Bir
parça olsun yanımızda durduğunuz için, bize kocaman kalplerinizle geldiğiniz
için, ölüme çırılçıplak gidebildiğiniz için... Ya da bize hiç değilse bunun duygusunu verdiğiniz/verebildiğiniz için...
Biz
buradayız, Hrant'la yan yana...
Siz
yazmaya devam edin. Belki bir gün bizim de bir adamımız,
"Biz
burada devrim yapıyoruz sinyorita" der, Latin Amerikalı bir gazeteciye.
Kim
bilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder