Dün, üç gazeteci arkadaş bir ozalitçiye küçük birkaç fotokopi işi için uğramıştık. İşlerimiz yapılırken, hiçbir sektörde olamayacak kadar dikkat çeken etraftaki hummalı çalışma, benim de dikkatimi epey cezbetti.
Etrafa bakınırken bir köşede birkaç çalışanın bir kutuda şıkırtılar içinde bir şeyler yaptığına ilişti gözüm. Kutunun içinde, üzerinde “enerji üretmektir” yazan bir tür yuvarlak tenekeye basılmış yaka çıkartması gördüm.
Güya yeşil renkli doğa dostu bir sevimli yaratık, kollu, kuvvetli bir varlık olarak resmedilmiş; hemen bu sloganın ve tabi sevimli yeşil canavarın altına da çıkartmanın kime ait olduğunu anlatan “firma logosu” iftiharla yerleştirilmişti. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.
Sevimli, yeşil figürün “canavar” olmasına mı, doğayı katledenlerin, derelerin suyunu kurutmayı “üretmek” olarak addetmesine mi, HES (Hidro-Elektrik Santralleri) adı altında suyumuza göz koyanların, kimseciklerin elinin değmediği, tek bir beton çivinin çakılmadığı adalar alarak, oralarda yaşamalarına mı, yarattıkları zulme karşı çıkan yoksulları jandarmaya, jandarmayı hükümete, hükümeti muhalefete, muhalefeti başka merkezlere şikâyet edenlere mi, neye şaşıracağıma şaşırdım.
Böyle bir tavrın adı yurttaşlıkla, vatandaşlık bilinciyle, üretici güçle, müteşebbis ahlakıyla filan anlatılamazdı. Bunu yapanlar insan, yaşadıkları yuvarlağın adı da dünya olamazdı. Buna “riya” denirdi sadece. Ancak bu sözcük bu kavramı anlatmak için ziyadesiyle yetersiz ve hatta masum kalırdı. Bu, insanlık onuruna, doğanın doğa olma hakkına, yaşamsal olanın ontolojik olduğuna, suyun ve toprağın kutsal olduğuna uymayan bir eylemdi. Bence savaş suçlarından daha büyük bir suçtu. İnsanı öldürmenin büyük suç olduğu dünyamızda, başka canlıların katline, hatta onların tek varlık nedeni olan doğayı katletmenin cezasının neden ödül olduğuna şaşmamak sadece vahşilik olabilir. Bunun için bu eylemi yapanların, yaptığı şeyin adı vahşetti. Evet, onu yapanlar da riyakâr birer vahşiydiler. Tarihin kirli tabletlerinde de böyle yer alacaklar.
Sözün burasında, HES'lere taraf olanlara sorumdur: Siz uğrunda öleceğiniz, şehit olacağınız Rabbinizden daha mı zekisiniz ki; O'nun yarattığı doğayı terbiye etmeye soyunuyorsunuz? O'nun verdiği börtünün, böceğin canına kıyıyor, O'nun ağaçlarını kesiyor, derelerini kurutuyorsunuz?
İsterseniz kusura bakabilirsiniz: Bence siz hem kendinizin hem benim Rabbime şirk koşuyor, kendinizi O'nun yerine koyuyorsunuz. Bunun için sizi lanetliyorum ve asla bağışlamanın erdeminden bahsetmenizi istemiyorum.
Sözün en namuslu, en masum, en sade haliyle; defolun vadilerimizden, çekin elinizi kurdun kuşun hayatından. O muhterem borularınızı götürün ve en müsait zamanlarınızda kendi egonuzu içinden geçirmek için kendi hastalıklı ruhunuza, aç gözünüze, olmayan vicdanınıza gömün. Bizim toprağımızın sizin beton borularınıza tahammülü yok. Anlamıyor musunuz?
Unutmayın, insanın toprağından başka hiç bir şeyi yoktur. Ne namusu sizin anladığınız gibi sadece bacak arasındadır, ne aklı, varlıklıyı ilelebet ilah belleyecek kadar seçkincidir, ne vicdanı iktidarın meşruiyet sınırları kadardır, ne de onuru, dili, dini, rengi, inancı, vs. sizin çizdiğiniz resmin içindeki riyanın tuzağındadır. İnsanın namusu toprağıdır. İnsanlar, en çok toprakları için ölebilirler, çünkü her şey ona dairdir. Namus da ona dairidir. Şahadet de ona dairdir, Tanrı da, yurt da, aşk da, sevda da ona dair... O yoksa hiç bir şey yok. Tanrı da yok, şahadet de yok, namus da yok, haya da... Hiç bir şey yok, hiç bir şey…
Haritadan da anlaşılacağı üzere ÖDA'nın (Önemli Doğal Alanları) tamamında HES ve baraj yapılacak.
Onun için su yoksa toprak da yok, yurt da yok. Toprak yoksa insanlık onuru da yok. Bu nedenle alın HES'inizi fesinizi gidin, yatağımızdan, mahremimizden çekin elinizi..! Tarz budur, inanç budur, insan budur. Sizinki sizin olsun lakin bizim Rabbimizle aramıza girmeyin. O'na şirk koşmayın kendinizi. O'nun verdiği hakka, O'nun bağışladığı cana dokunmayın..! Düstür budur! Talep budur! Ses budur!
Etrafa bakınırken bir köşede birkaç çalışanın bir kutuda şıkırtılar içinde bir şeyler yaptığına ilişti gözüm. Kutunun içinde, üzerinde “enerji üretmektir” yazan bir tür yuvarlak tenekeye basılmış yaka çıkartması gördüm.
Güya yeşil renkli doğa dostu bir sevimli yaratık, kollu, kuvvetli bir varlık olarak resmedilmiş; hemen bu sloganın ve tabi sevimli yeşil canavarın altına da çıkartmanın kime ait olduğunu anlatan “firma logosu” iftiharla yerleştirilmişti. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.
Sevimli, yeşil figürün “canavar” olmasına mı, doğayı katledenlerin, derelerin suyunu kurutmayı “üretmek” olarak addetmesine mi, HES (Hidro-Elektrik Santralleri) adı altında suyumuza göz koyanların, kimseciklerin elinin değmediği, tek bir beton çivinin çakılmadığı adalar alarak, oralarda yaşamalarına mı, yarattıkları zulme karşı çıkan yoksulları jandarmaya, jandarmayı hükümete, hükümeti muhalefete, muhalefeti başka merkezlere şikâyet edenlere mi, neye şaşıracağıma şaşırdım.
Böyle bir tavrın adı yurttaşlıkla, vatandaşlık bilinciyle, üretici güçle, müteşebbis ahlakıyla filan anlatılamazdı. Bunu yapanlar insan, yaşadıkları yuvarlağın adı da dünya olamazdı. Buna “riya” denirdi sadece. Ancak bu sözcük bu kavramı anlatmak için ziyadesiyle yetersiz ve hatta masum kalırdı. Bu, insanlık onuruna, doğanın doğa olma hakkına, yaşamsal olanın ontolojik olduğuna, suyun ve toprağın kutsal olduğuna uymayan bir eylemdi. Bence savaş suçlarından daha büyük bir suçtu. İnsanı öldürmenin büyük suç olduğu dünyamızda, başka canlıların katline, hatta onların tek varlık nedeni olan doğayı katletmenin cezasının neden ödül olduğuna şaşmamak sadece vahşilik olabilir. Bunun için bu eylemi yapanların, yaptığı şeyin adı vahşetti. Evet, onu yapanlar da riyakâr birer vahşiydiler. Tarihin kirli tabletlerinde de böyle yer alacaklar.
Sözün burasında, HES'lere taraf olanlara sorumdur: Siz uğrunda öleceğiniz, şehit olacağınız Rabbinizden daha mı zekisiniz ki; O'nun yarattığı doğayı terbiye etmeye soyunuyorsunuz? O'nun verdiği börtünün, böceğin canına kıyıyor, O'nun ağaçlarını kesiyor, derelerini kurutuyorsunuz?
İsterseniz kusura bakabilirsiniz: Bence siz hem kendinizin hem benim Rabbime şirk koşuyor, kendinizi O'nun yerine koyuyorsunuz. Bunun için sizi lanetliyorum ve asla bağışlamanın erdeminden bahsetmenizi istemiyorum.
Sözün en namuslu, en masum, en sade haliyle; defolun vadilerimizden, çekin elinizi kurdun kuşun hayatından. O muhterem borularınızı götürün ve en müsait zamanlarınızda kendi egonuzu içinden geçirmek için kendi hastalıklı ruhunuza, aç gözünüze, olmayan vicdanınıza gömün. Bizim toprağımızın sizin beton borularınıza tahammülü yok. Anlamıyor musunuz?
Unutmayın, insanın toprağından başka hiç bir şeyi yoktur. Ne namusu sizin anladığınız gibi sadece bacak arasındadır, ne aklı, varlıklıyı ilelebet ilah belleyecek kadar seçkincidir, ne vicdanı iktidarın meşruiyet sınırları kadardır, ne de onuru, dili, dini, rengi, inancı, vs. sizin çizdiğiniz resmin içindeki riyanın tuzağındadır. İnsanın namusu toprağıdır. İnsanlar, en çok toprakları için ölebilirler, çünkü her şey ona dairdir. Namus da ona dairidir. Şahadet de ona dairdir, Tanrı da, yurt da, aşk da, sevda da ona dair... O yoksa hiç bir şey yok. Tanrı da yok, şahadet de yok, namus da yok, haya da... Hiç bir şey yok, hiç bir şey…
Haritadan da anlaşılacağı üzere ÖDA'nın (Önemli Doğal Alanları) tamamında HES ve baraj yapılacak.
Onun için su yoksa toprak da yok, yurt da yok. Toprak yoksa insanlık onuru da yok. Bu nedenle alın HES'inizi fesinizi gidin, yatağımızdan, mahremimizden çekin elinizi..! Tarz budur, inanç budur, insan budur. Sizinki sizin olsun lakin bizim Rabbimizle aramıza girmeyin. O'na şirk koşmayın kendinizi. O'nun verdiği hakka, O'nun bağışladığı cana dokunmayın..! Düstür budur! Talep budur! Ses budur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder