18 Kasım 2011 Cuma

Van Şimdi Kar Altındadır..!

Van Şimdi Kar Altındadır..!
Ve kapandı göğün kapıları, şimdi sıratın bekçileri var Van'ın karında..!
Ahh! Bahar, ne kadar da uzak şimdi..!


İnsaf etme!
Unutma sana zulmün karını yağdıran bu kubbeyi kendine aşk belleyeni..!

Tertemiz kahret bu göğü!
Tertemiz em bildiğin bütün özleri!
Tertemiz küfret yok say bu göğün altında bir canlık tahammülü.
Söv ve gir günaha!

Yasak ama ateşli bir sinenin büyük şehvetine yenil ve bil ama, her kul sövmez bu sırra!


12 Kasım 2011 Cumartesi

İMTİYAZLI AİDİYETİN MUHALEFETE ŞERHİ

Saçlarım ağardıkça farkındalıklarım artıyor, gerçek'lerle acımasızca yüzleşmelerimin ardı arkası kesilmiyor. Giderek önceleri hakkında çok şey bildiğimi sandığım gerçeklerin ya ezbere kavramlar olduğunu ya da başkalarının kadim deneyimlerinden alınmış dersler olduğunu fark ediyorum. Yani gün geçmiyor ki kavramsal olarak bildiğim ve salt vicdanımın bana öğrettiği merhametle kurduğum terazide tarttığım gerçeklerin beni parçalayan acımasızlığıyla yüzleşmeyeyim.

Şu sıralar yeni bir durumun beni esir alan çaresizliğine bileniyor, öfke kusuyorum. Haksızlık denince, kelimenin bütün anlamlarını nasıl acımasız bir gerçeklikle donandığını, çelikten zırhlarını kuşandığını nasıl da bütün çıplaklığıyla gördüğümü anlatabilmem mümkün değil. Giderek gerçeklerle onun eleştirisine imtiyazlı yüksekliklerden bakabilmenin lüksüne sahip aidiyetlere bahşedilmiş derin göğün altında kederleniyorum. Zira bu imtiyazlı mevkilerin, imtiyazlı aidiyetlerle kurduğu derin ilişki zaman zaman öyle bir balçığa batıyor ki, ne eleştirinin kendisi ne de eleştirenin vicdanı oradan tertemiz çıkabiliyor.
Haksızlığın teşhiri için insanlığın terazisine konan vicdan, kimileyin öyle kirleniyor, mezalimle öyle sırtsırta veriyor ki, ne anlamak mümkün ne de anlatabilmek... Kimileyin bunun tam tersi oluyor. Eleştiri konusu olan haksızlık, ne denli hassas bir teraziye konup ne denli hürmetle tartılıyor olsa da, sırf konumlandığı yer nedeniyle eleştirel gerçeklik, onu dillendirenin aidiyetiyle öylesine derin ve kırılgan bir ilişki kuruyor, öylesine büyük riskler üstleniyor ki, tanımı imkansız.
Bütün bu laf karmaşasının içinden çıkıp bir sağlama yapacaksak eğer, söylemek istediğim dosdoğru şudur:
Bir haksızlığa itiraz edebilmek için, o haksızlığa maruz kalan/bırakılan tarafın parçası olma-ma-nız gerekiyor. Ancak o zaman hem haksızlık diye tanımlanan durumun sözcük olarak tarafsızlığı sağlanmış oluyor hem de söylemin etkisi artmış oluyor.
Mesela İsrail mezalimini etkili bir şekilde dillendirebilmek için Filistinli olmamanız elzem oluyor. Yahudi soykırımını anlatabilmek ve anlattığının büyük etki yaratabilmesini sağlamak için de Yahudi olma-ma-nız şart gibi.
Yahut solun sancılarını anlatabilmek için solcu olmamak, türban sorununu etkili bir şekilde anlatabilmek için türbanlı ya da tescilli bir mütedeyyin olmamanız gerekiyor. Kürt'ün acısını anlatabilmek için Kürt olma-manız, Alevi'nin çaresizliğine ses olabilmek için de Alevi olma-ma-nız gerekiyor.

İşte bunun için, güçlünün tarafında, imtiyazlı mevkilere doğmuş olanların vicdanlarına karartmaması gerekir. Onur budur! Bu onur için kendini egemen sınıfın hanesinde farkeden ve sesi benim ve diğer bütün ezilenlerin sesinden gür çıkabilenlerin, sahip oldukları mevkilerle hesaplaşması ve o üstün aidiyetlerinin yalancı kulelerinden inip, düşkünlerin elini tutması gerekir. Ancak o zaman buna insanlık onuru denebilir.Peki, iş böyle olunca ezilenin, ötekinin, düşkünün, yoksulun, zulme uğramış olanın, ... hakkını egemen olandan ve onun çizdiği göğün altında imtiyazlı haklarla donatılmış olandan beklemek hangi vicdanın çizdiği sınırdır. Güçsüzün hakkını, güçlünün kudretli mevki sahiplerinden beklemek hangi terazinin erdemi olabilir ki! Egemen olandan, ezilenenin haklarına cevap olacak vicdanı beklemek nasıl bir çaresizliktir bilen var mı?

İnsan onurunun her şeyi tanımladığı bir dünyanın düşünü kuruyorum. Bunun için de ricam şudur. Bütün ezilenlerin ve ötekilerin hakları için, ezenlerin ve imtiyazlı olanların dünyasına doğmuş onurlu bireylerin seslerini yükseltmesi ve bu lanet olası acıların coğrafyasında halkların yaralarını sağaltmaya çabalaması gerekir. Zira o imtiyazlıların söylediklerinin etkisi de dozu da daima ezilenlerin ve ötekilerin içinden söylenmiş olandan daha büyük oluyur. Nitekim, sol'un sancılarını dillendiren biri sol'un içinden geliyorsa söylediklerinin karşılığı mahpusluk, sürgün, ölüm ve bilumum öteki zulumler olabiliyor. Aynı durum bir türbanlının sorununu dillendiren bir türbanlı için de aynı sonucu doğuruyor. Bir Kürt için en zor, en zulüm çaresizlik, Kürt'ün yaşadığı dramı dillendirirken alacağı cevap; bir Alevi için de Alevilik'in maruz kaldığı zulmü anlatmak için yola çıkarken karşılaştığı sonsuz eza aynısı oluyor. Üstelik bunu anlatabilmek için çalınmış/çalınacak her kapının ardında da gizli bir yüzün, karanlık bir maskenin daima pusuda olduğunu, her anı kara kaplı defterlere kaydettiğini bilmenin dayanılmaz tedirginliği var.
İşte sırf bunun için bir dilek tutup, şu garip sayıların biraraya geldiği tarihin tekliği aşkına, şu 11.11.11'in ender lütfuna sığınıp vicdanlarınızı yegane rehberiniz edip, bu kederli coğrafyayı bir çiçek bahçesi etmek için hep beraber ses verin güzel bir dünyanın düşü için. Özellikle siz imtiyazlı sınıfın rahat neferleri. Çünkü unutmayınız ki, siz ne söylerseniz söyleyin, sözünüzün karşılığında ne zindan ne de sürgün olacak. Öyle ki, sizin söylediğinizin 11.11.11'de 1'ini ezilenlerin safından biri söylese onun yeri cehennem, odası hücre, makamı sürgün olur. Onun için gelin, elinizi insanlık onurunun kalbine koyun. Göreceksiniz, o kadar zor olmayacak! Dünya, dünya açacak. Her yer Anadolu olacak. Anadolu her yer...