12 Şubat 2012 Pazar

Parmak Maymunun Trajik Hikayesi



Siz, bana dünyanızın küçük olduğunu söylüyorsunuz, gittikçe güçsüz, gittikçe çaresiz olduğunuzu söylüyorsunuz, haklı olabilirsiniz. Herkesin kendi çaresizliği bulunur üstelik sizinle aynı dünyadayız ve herkesin bir derdi de var...

Garip bir yalnızlığı yaşıyorsunuz, bütün yeryüzü sizin oysa... Ağaçlar sizin, dağlar sizin, ormanlar, vadiler, okyanuslar... Her şey sizin... Evet, okyanuslar hatta gökyüzü sizin... Ama çaresiz ve güçsüz olduğunuzu söylüyorsunuz. Sizi anlıyorum. Herkesin bir derdi var. Sizin ki biraz büyük...

Kimse kederinden ölmüyor derler, oysa "her kul kaderinden besleniyor" derdi bir rahip. Üstelik tanrıya inanmazdı... Zira bizim tanrımız sizinle aynı soydandı ve üstelik o kadar çok tanrı vardı ki etrafta... Bir gün onların da çaresiz olabilecekleri hiç birimizin aklına gelmezdi....

Sonra o rahip ansızın öldü. Bütün orman ölmeden önce onun çığlıklarıyla sarsıldı. Annem ve diğer bütün kadınlar çok üzüldüler... Biz babalarımızı tanımayız üstelik pek mahir adamlar değildir bizim erkeklerimiz. Hep gözleri dışarıdadır der annelerimiz... Neyse, rahibe dönmek istiyorum. Erkeklerimizi sonra anlatırım..!

Rahip bir manda gibi anırmadan ve en yüce serviler savrulmadan, kayınlar ve köknarlar ağlamadan önce o rahip herkesin bir yurdu olması gerektiği, gerekirse onun için ölmenin erdem olduğunu söylerdi bize. Ama tanrıları kızdırmadan ve mevsim solmadan herkesin kendi kuytusuna sığınması gerektiğini de söylerdi. Bir gün bir tanrı ağzından dumanlar çıkaran alevsiz ateşlerle çıkagelmiş, önce ateşi ağzında çevirmiş, sonra dumanlar üflemiş etrafa daha sonra o ateşi rahibin uykusuna atmış ve üzerine basmış, rahip uykudan uyanmış ki, tanrının ateşiyle acılar ve ağrılar içinde yanıyormuş. Anlamış ki tanrısı onu istiyor, unutmuş acılarını ve sevinçten ulumuş. Naralar atıp bağırmış. Bu feryat, sevincinin çığlığıymış, çünkü tanrılar sevdikleri kullarını yanlarına alırmış. 

O gün bugün tanrıların ateşi bizim yurdumuzdan eksik olmamış. Ormanlar her gün ateşlerle yanmış ve en son bir parça çalı kalmış biraz da tanrıların bakıp, beslediği renk renk ormanlar. Ama onların da dibinde bizim barınmamızı istememişler. Sonra suların etrafını çevirmişler, dağları delmiş, her yerine kuyular ve delikler açmışlar... Sonra bizim kavmimiz yavaş yavaş tükenmiş, annelerimiz bir daha hiç gülmemişler, zaten bir işe yaramayan erkeklerimizse iyice işe yaramamış, bir bir miskinleşip ölmüşler. Aramızdan çok azı, o da bize benzemeyen, tanrıların sevdiği renkten olanlarımızı tanrılar almış, onlara kendi yemeklerinden ve ormanlarından vermişler. Günler geçmiş. Bizimkiler mutlu mesutken bir gün bir bakmışlar ne toprak kalmış etrafta, ne inlerimiz ne de ormanlar. Her şey tanrıların olmuş. Geriye bir tek o rengi bize benzemeyenlerimiz kalmış. Ve inanmışlar ki, tanrılar bizim için en iyisini isterken rahibin üzerine ateşini fırlatarak ve onu bizden alarak işe başlamışlar.

Şimdi herkes rahip olmak istiyor ama etrafta ne orman var ne de bilgelik öğretecek usta bir rahip. Onun için ben tanrıları sevmiyorum Çünkü onlar bizim rahibin üzerine ağızlarındaki ateşi fırlatıp, onu dumanlarında boğdular. Ormanlarımızı kesip, sularımızın akmasını engellediler. Her yer kurudu, bereketi kaçtı dağların. Bunun için tanrıları sevmiyorum ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder