12 Mart 2013 Salı

Chavéz'in Hatırası için...

Bugün burada Hrant'ın ardından yazılmış en hüzünlü yazılardan birini kaleme alan Sevgili Ece Temelkuran'a "açık mektup" niyetine yazmış olduğum bir yazıyı; ancak bu kez Hugo Chavez'in kıymetli hatırasına hürmet için yeniden yayımlamak istedim. Daha doğrusu bunu yapmak zorundaydım; yaptım. Biliyorum; şimdi kimileriniz içinizden 'Hrant ve Chavez nasıl yan yana gelir ki' diye geçiriyorsunuz. Aşağıdaki mektup size bunun nasıl mümkün olduğunu anlatmayı denemektedir...



Sevgili Ece Temelkuran,

Uzun zaman oldu okuyorum sizi.
Elbette sizinle beraber okumak istediğim bir çoklarını daha...

Okumak zorunda olduklarımı; ülkeyi, dünyayı, ekonomiyi, kültürü, sosyal bilimleri anlamak için okuyorum birilerini; okuyoruz...
Hep okuyor zaten insan...

Bugün de okudum yazdıklarınızı. Keşke dedim Offf! diyince içi sökülmeseydi insanlarımızın. Offf! diyince içi sökülürmüş Ararat'ın da. Tıpkı Hrant gibiymiş oğlunun sarsılan bedeni de.
Öyle yazmışsınız.
İçim söküldü ve okudum. İçim söküldü ve okudum!
Hep okuyor zaten insan...
Daha çok anlamak için; anladığını, Dostoyevski'nin ifadesiyle;
"Anlamak hastalıktır" dedirtecek kadar farkında olmak için...

Sonra ne mi oluyor?
Soru da bu zaten...
İnsan, insanlaşana kadar okuyor, okudukça insanlaşıyor ya da hiç...
Hrant Dink için kanaya kanaya, sarsıla sarsıla parçalanana kadar okuyor.
İnsan en fazla Hrant Dink olana kadar okuyor...
Ezberi bozana kadar...
"Şimdi bu yazıya -Chavéz olana kadar ve Chavéz için- ifadelerini de eklemeyi borç biliyorum."

Sonrası...
Sonrası dramatik. Sonrası tanımlar ve kavramlarla anlatılamayacak bir şey.
Üç bakır bilyeye verilmiş ak bir güvercin.
Tedirgin, kaygıları sevdasına kara bulutlar gibi çöreklenmiş anlatılmaz bir zulüm.
Hani diyor ya usta,
"Hava kurşun gibi ağır,
Bağır, bağır; bağırıyorum"
Bağırıyordu Hrant Dink, anlamıyordu kimse.
Anlamak neyse!..

Şimdi ikiyüzbincan bağırıyoruz. (Bir o kadar da üniformalı ve üniformasız ekle) Hep beraber. Sessizce.
Dilimizle kalbimizi buluşturmakta sonsuz zorluklar çekerek.
Ermenice bağırıyoruz. Kürtçe bağırıyoruz. Türkçe...
Türkçe yürüdüğümüz sokaklarda, Türkçe sevdiğimiz şarkılarla,
Türk'çe İntikam alanlarla yan yana.

İçim acıyor Ece,
Uzun zaman okuduklarımla, uzun uzun hayatı omuzlamaya çalışarak...
Hrant Dink'le, Orhan Pamuk'la, Sabahattin Âli'yle, Yaşar Kemal'le, Can Dündar'la, Musa Anter'le, Hasan Cemal'le, Yıldırım'la, Celal'le, İsmail'le, Sen'le...
İnsan acıyor bir yerinden. Adını koyamadığı şeyler alarak kalbinin bir tarafına, sokakla ve sokakla birlikte yürüyor bir yerlere...
Mezarlığa mesela, kiliseye, camiye, ya da ne bileyim işte...
Sevdikleri her neredeyse işte...

Offf! derken kalbi büyüyen Hrant'ın anısına, insanın ve insanın anısına...
Kalbi acıyor insanın.
Kalbim acıyor Ece.


İnsan okuduklarından aldıklarını yazmak için mi yazar? Yazmak için mi okur bilemiyorum.

Bildiğim bunu başaranlara, içinde insan büyütenlere,
"Ölüm Orucu"na, "Tecrit"e, "Düşünce Suçu"na, Irkçılığa, Emperyalizme, Eşitsizliğe, Faşizme, karşı çıkanlara;  özgürlükle ilgili olan  her şeye ve herkese çok şey borçluyum. Özgürlükle ilgili olan...

Yukarıda da söyledim. Elbette size de sizin gibi ufkuma katkı sunarak yazanlara da çok şey borçluyum. Tam da bunu söylüyorum.
Ağzına acılarının bütün azaplarını alarak kalbiyle yazanlara çok şey borçluyum...

Bir parça olsun yanımızda durduğunuz için, bize kocaman kalplerinizle geldiğiniz için, ölüme çırılçıplak gidebildiğiniz için... Ya da bize hiç değilse bunun duygusunu verdiğiniz/verebildiğiniz için...

Biz buradayız, Hrant'la yan yana...
Siz yazmaya devam edin. Belki bir gün bizim de bir adamımız,
"Biz burada devrim yapıyoruz sinyorita" der, Latin Amerikalı bir gazeteciye.

Kim bilir...