İnanmak,
salt ontolojik çağrışımlar içermez, aynı zamanda aklıyla hareket edebilen; bir
dili, bir öz’ü, bir kültürü, bir tarihi bulunan ademoğlunun, kendini içinde
huzurlu ve güvende hissettiği samimi bir fikrin arkasından gitmeyi de kasteder.
Bunun için, inanmış olmak için ille ontolojik bir kutsallığa gerek bulunmaz.
İnanmak, insanın zekâsıyla yönetemediği bazı üst soruların çözümü için bazen idealler,
bazen fikirler, bazen de tasavvur-üstü varlıklar yaratmasıyla huzura ermesidir.
O nedenle, kimi biat edip teslim olan insan, kimi isyanın değil aklın
erdemlerinden beslenerek yeni sorular sorup onların peşinden gider. Halbuki
soru ne olursa olsun, insan “tözsel” ve “iliniksel” özellikleriyle varolan bir
varlıktır. Bununla birlikte insanın tözsel varlığı daima iliniksel varlığının
üstünde durur. “Tözsel varlık”, onun doğuştan sahip olduklarına, “iliniksel varlık”sa
sonradan edindiği kazanımlarına karşılık gelir. İşte insanın toplamı bu
anlamların toplamıdır ve asla tözsel olanın tartışılmasına rıza göstermez/göstermemelidir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder